ÖYKÜSÜ ta Bizans döneminden başlayan mavi- yeşil rekabeti üzerine kurgulanmış sporumuz, aradan geçen yüz yıllara rağmen hala “spor” düzeyine ulaşamıyor ve ulaşacak gibi de durmuyorsa , Nazım ustanın dediği gibi “kabahat senin, - demeğe de dilim varmıyor ama - kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!” Rekabetin, doğası gereği “2 tarafla” başlaması olağan, olağan olmayan aradan geçen iki asra yakın zamana rağmen başladığı noktada kalması, tıkanması ve kimse görmek istemese de bu tıkanmanın doğal sonucu olarak yaşayan bir bataklığa dönüşmesidir.
Türkiye’nin, İskoçya örneğindeki Glaskow – Celtic rekabetine mahkum edilmesinin sosyolojide bir karşılığı yok. Evet ama siyasette var, siyasa ve piyasa edenler açısından “yön verilen” kitleler demografik tablonun bütününe ne kadar yaklaşırsa erk açısından o ideale o kadar yakınlaşır. Beşiktaşlılar kusurumuza bakmayacak, Trabzonlular hiç bakmayacak, diğerleri baksa da olur bakmasa da, zira bu tabloyu içselleştirip bu garabete meşruiyet kazandıran onlardır. Türkiye’de spor ve giderek futbol Fenerbahçe- Galatasaray karşıtlığı üzerine inşa edilmiş, Beşiktaş ise bu iki “atanmışın” rekabetten yorulduklarında ya da rekabet anlam kaybetmeye başladığında mola verilen dinlenme tesisi olmanın ötesine geçememiştir. Sisteme hiç beklemediği bir devrimci darbe indiren Trabzonspor ise, yanlış ellerce benzetilmeye çalışılan oligarşik metodolojinin çıkmaz lekelerle dolu sokaklarında aradığını bulamayan bir şaşkın.
Geldiği nokta sadece oligarşinin üç gülünü tebessüm ettiriyor Bu kısa özet şundan; Rekabet ülke düzeyine yaygınlaştırılamadığı, Fenerbahçe ya da Galatasaray açısından tek ölçü birbirilerinin altında ya da üstünde olmanın ötesine taşınamadığı için ne ülke sporu gelişti ne de futbolu. Dünya’da futbola en çok parayı harcayan bir ülkenin geri dönüşte sonlarda olması tesadüf olamaz. Ki, elde edilen “görece” başarıların kaynağı da ülkede yetişen oyuncular değil, gurbetçiler oldu hep, unutulmasın. Herkes biliyor ki, misal sutopu liginde, 10 takım arasında 5. Sırada bulunan Fenerli için aslolan şampiyonun Kınalıadaspor’un olması değil, Galatasaray’ın 6. Ya da daha geride olmasıdır. Bu GS için de aynı, söylemeye lüzum olmasa gerek. Yani diğer tüm takımlar, bu rekabetin figüranlarıdır ve bu yapıdan “şampiyon” bir spor kültürü asla çıkmayacak, kim ne zaman görür bu gerçeği, o da sosyolojinin işi…
Bu ikili geçmişten gelen ve halen mevcudiyetini koruyan “BAŞARI SADECE ŞAMPİYONLUKTUR” algısı, sporumuzu zehirlemekle kalmıyor, spor emekçilerimizi de kendine kurban ediyor. Her yıl figürler değişiyor, sistem değişmiyor. Yakın tarihimizdeki yüzlerce örnek arşivlerde duruyor. Biz bu güne bakalım. Şenol Güneş, bir futbol takımının bel kemiği sayılan lidero-stoper mevkisinde 3 maç üst üste aynı adamları oynatma şansı bulamadı, “saha ve seyirci avantajı” cümlesi, lisenin en güzel kızından gelecek “seni seviyorum” kadar uzak bir düş olarak kaldı, uzun süre…Ama buna rağmen takımını hep yarışın içinde tuttu, son maça kadar… Ve Portekizli Pereira. Yepyeni bir kültüre geldi, elinde bir yıldızlar topluluğu vardı. Tabi ki hatalar da yaptı, futbolun içinde olan hatalar.
Ama büyük bir aşkla ve heyecanla işini yapmaya çalıştı ve o da takımını hep şampiyonluk potasında tuttu… Lig bitmek üzere. 2. Olanın idam sehpası hazır, yüz yıllardır olduğu gibi. Türkiye epeydir idam sehpasını kaldırıp, Allah’ın verdiği canı alma yanlışından kurtuldu. Ama sporumuzun ruhunu idam eden bu hastalıklı “başarı” algısı tüm hücreleriyle yaşamaya devam ediyor. Bu algıyı besleyip büyüten medyamız bakalım İstanbul’a kar yağmadan kış geldiğini ne zaman anlayacak; Anadolu’nun gizli bahçelerinde açmaya hazır bin bir çeşit hercai menekşeyi, zifini, hanımelini, laleyi, gülü, kardeleni tomurcuk evresinde yok eden bu kanserli hücreyi daha ne kadar yaşatacak. Şenol Güneş fena da giyinmiyor hanidir, üstelik…
TFF’NİN TRABZON PATOLOJİSİ
Bu bölümü yazarken hali hazırda Trabzonsporla TFF+MHK karması arasında ligde 31 maç oynanmış, bu maçların 16 sını TFF+MHK karması 12’ini Temiz Futbol cephesi kazanmış, 4 maçta da taraflar birbirine üstünlük sağlayamamıştı. Bilindiği gibi iki “cephe” arasındaki son 2 maçtan birini , bir FB maçında yüzüne tükürülen hakem Halis Özkahya’nın (ana avrat yüzüne küfredilenle karışmasın) golüyle TFF+MHK cephesi 1- 0 kazanmıştı, diğerini de Erdoğdu Liseli gençlerin fitilini ateşlediği Trabzon. Şike cephesinin TS A takımıyla yaptığı savaşı bir ölçüde anlamak mümkün. Zira, topyekün şike vidanjörü işlevi gören bu cephenin, her türden baskıya rağmen kıramadıkları Trabzon inadı ve kararlılığı karşısında saldırganlaşmaları; psikolojik ve sosyolojik olarak anlaşılabilir çözülme işaretleridir.
Anlaşılması zor olan şu; U-17 Elit ligde alenen “taraf” olarak şampiyon olmuş çocukları “başarı” fotoğrafının dışına iten TFF, bu rezilliğin ulusal ve uluslar arası sonuçlarıyla henüz yüzleşmemişken, futbol tarihimizde bir ilke daha imza koyarak TS U-19 takımına 3 puan silme cezası verdi. Kendilerini tebrik ediyor, Trabzon U-11 liginde mücadele eden oyuncuların bir toplu fotonun üzerine çişlerini boca ettiklerini , hatta içlerinden bazılarının çişleriyle imza attıklarını hatırlatırım. Trabzonspor camiasını, o kendilerinin yazıp kendilerinin yorumladığı , şikeciye fino mağdura kuduz cezalarıyla sindirebileceği yanılgısından kurtulamadan ömürleri nihayete erecek.
Ne demişti Seyit Rıza; “Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim bu bana dert oldu. Ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim bu da size dert olsun” Trabzonspor sizin yalan ve hilelerinizle de baş edecektir. Birkaç çatlak sese güvenip kudurgan kararlar almanız, bu kentin genetik kodlarında saklı haksızlığa isyan ruhunu en fazla bir zaman daha öteler, tek , haklı olsun davamız.
TÜRKİYE ERKEKLER BASKETBOL LİGİ Mİ DEDİNİZ?
Futboluna şike gölgesi düşen Türkiye’de, görece daha “ üst klasman” izleyicisi bulunan Basketbol’da da ilginç veriler saklı Yaklaşık 2 ay önce Hürriyet’te yayınlanan bir haberde, Türkiye’de basketbolu federasyonun değil bir Sırp menajer olan Misko Raznatoviç’in yönettiğini , zira Raznatoviç’im ligde forma giyen tam 64 oyuncu ve 4 koçun resmi menajeri odluğunu öğrendik. İnanılır gibi değildi. Bu haber üzerine, kurulduğu günden beri gerçek rakipleri olan 3 hacimli takımla, FB, GS ve BJK’la oynadığı, klasmanda önemi olmayan biri hariç, tüm maçlarında rakipleirne idman veren Trabzonspor Basketbol takımını sorgularken konuştuğum eski bir yöneticisinin ösylediği geldi aklıma.
Mealen şöyle demişti o eski yönetici; “Biraz sabredersek Trabzonspor da şampiyonluğa oynayacak, Ranatoviç bize “sizin de sıranız gelecek biraz sabırlı olun dedi” demişti. Şaka olduğunu düşünerek, Raznatoviç kim diye sormayı bile düşünmemiştim, konuşma öylede orada kalmıştı. Raznatovic’in Anadolu Efes’te 11, Trabzon’da 7, G.Saray Odeabank Beşiktaş, Türk Telekom ve Karşıyaka’da 5; Darüşşafaka ve F.Bahçe’de 4’er oyuncusu var. Hürriyet’te yayınlanan bu haberden sonra Trabzonsporlu eski yöneticinin dediklerinin “gerçek” olduğunu anlamıştım.
Trabzonspor ve aynı klasmandaki takımların basketbol Liginde var olmak için kurdukları kadroların ve ayırdıkları bütçelerin gerçekten bir anlamı var mı diye sormadan edemiyor insan. Başarıyı satın alma kültürü üzerinden yürüyen Fenerbahçe’nin milyonlarca avro harcayarak hedefli takım kurmasını anlarız. Basketbolu bir ekol olarak yaşayan Efes’i Tofaş’ı , ezeli rakipler G.Saray ve BJK’yı da anlarız…
Peki Sırp bir menajer üzerinden kurgulanan ve çadır tiyatrosundan hallice Türkiye Basketbol Liginde Trabzonspor ve benzerlerinin figürasyondan başka kıymetleri olabilir mi? TS ve benzerlerinin bu figüran rolünü kabul etmelerinin nedeni nedir? Sırp menajer Raznatoviç’in “ sırasıyla gelecek yılların şampiyonları listesini” mi buldunuz ? Nedir bu trajikomik kabullenişin sırrı?
Bu aralar yerinde olunması istenecek son adam: Muharrem Usta